214
Subscribers
No data24 hours
No data7 days
-1030 days
- Subscribers
- Post coverage
- ER - engagement ratio
Data loading in progress...
Subscriber growth rate
Data loading in progress...
ANALAR
(öyle çok dalmışız ki kendi sularımıza
analara ağlamayı unuttuk)
1/ suçsuz zorba
döndüm baktım
anam var
daldım oyuncağıma
döndüm baktım
anam yok
kırıldı kanatlarım
yaşayanlar ölür elbet
bilirim
biz adını koymadan da vardı o gerçek
dolaşırdı kanımızda o zorba
gülerdi gözlerimize o çayırçingenesi
yaşamayı günden güne gülleştirerek
dostum dostum güzel dostum
bilirim de bulutun ne olduğunu
yakarım da hidrojeni kimya kitaplarında
bakamam bulutlara
hele de akşam akşam
hele de günbatımı
bakamam bulutlara
yüreğim sızlamadan
#acılaratutunmak
Hasan Hüseyin Korkmazgil
Mehmet Taştekin; Teşekkür ederim; Babaannemin bu kara saçlı fotoğrafına.
Madem, geç vakitlere dek,
Kalınamıyor daha kayalıklarda;
Bari aramızda konuşalım,
Gel,
Şöylece bir, olduğumuz gibi;
Çiğ için olmadıktan sonra,
Şiirlerde n'olacak yani?
Bir ağu hançerin,
İçimize işlediği bu gece için
Olmadıktan sonra;
Şiirlerde n'olacak yani?
Bu tan kızıllığı için,
Olmadıktan sonra;
İnsanın vurulmuş yüreğinin,
Ölüme hazırlandığı,
Şu viran köşe için olmadıktan sonra
Şiirlerde n'olacak yani?
En çok gece, geceleyin:
Kıyamet gibi yıldızlardır,
Dolmuşlar hepten ırmağa;
Bir kurdele gibiler,
Fakir fukara dolu evlerin
Pencerelerindeki..
Bir ölen var,
Onların evlerinde;
Bürolarda, hastanelerde belki,
Belki asansör ve madenlerde,
İşlerinden oldular.
Onulur şey değil yaraları,
Yaratıklar,
Acı çekiyorlar.
Her yanda dert yanış,
Her yanda,
Vay şuymuş vay bu;
Pencereler,
Göz yaşıyla dolu,
Aşınmış eşikler,
Göz yaşından;
Yüklükler ıslak,
Bir dalga gibi
Halıları dişlemeye gelen
Göz yaşından,
Oysa ki yıldızlardır akar
Uçsuz bucaksız bir nehirde.
Federico,
Dünyayı görüyorsun.
Yolları görüyorsun,
Sirkeyi görüyorsun;
Birkaç ayrılıştan,
Taşlardan, raylardan gayrı,
Kimseciklerin kalmadığı,
Köşeden:
Duman ha deyince,
Zalim tekerleklerine;
Hoşça kalları görüyorsun,
İstasyonlardaki..
Her yanda, sorunlar koyuyorlar,
Çeşit çeşit insan var:
Kanlı bıçaklı kör var,
Öfkelisi, ümitsizi var,
Yoksul var, tırnak ağaçları var;
Şunun bunun sırtından,
Geçinmek sevdasıyla;
Harami var.
Hayat böyle, Federico,
Ey babayiğit,
Ey kara sevdalı adam.
Sana,
Dostluğumun sunabileceği şey
İşte bunlar..
Sen de epeyce şey biliyorsun
Şimdiden.
Yavaş yavaş, daha da,
Öğreneceklerin var.
.
.
Federico García Lorca'ya
Yanık Şiir
Pablo Neruda
Çeviren: Enver Gökçe
Issız bir evde,
Korkudan ağlayabilseydim;
Gözlerimi çıkarabilsem de,
Yiyebilseydim;
Senin sesin için yapardım
Bunları,
Yaşlı portakal ağacı sesin;
Senin şiirin için yapardım
Bunları,
Çığlık çığlığa fışkıran şiirin.
Baksana,
Maviye boyuyorlar hastaneleri,
Senin için;
Kıyıdaki kenar mahalleleri
Ve okullar,
Senin için büyüyorlar;
Tüy salıyorlar,
Yaralı melekler;
Pullar örtünüyor,
Düğün balıkları;
Deniz kestaneleri,
Göğe uçuyorlar;
Siyah tülleriyle terzi dükkanları:
Kanla doluyorlar, kaşıklarla,
Senin için;
Ve,
Yutuyorlar,
Yırtılmış kurdeleleri;
Öz canlarına kıyıyorlar,
Öpüşe öpüşe;
Ve ak sadeler giyiniyorlar.
Bir şeftali ağacı
Giyinip de,
Kuş gibi seğirtirken sen;
Kasırga gibi fırıl fırıl,
Bir pirinç gülüşüyle gülerken;
Türküler çağırdığında;
Allak bullak ederken,
Atardamarlarını,
Dişlerini, gırtlağını,
Parmaklarını;
Vay ne şirindin,
Kahrolurdum ben
Kahrolurdum ben
Kızıl göller için:
Güz ortasında bir şahbaz at
Ve kana belenmiş bir tanrıyla,
Beraber yaşadığın.
Kahrolurdum ben,
Mezarlıklar için:
Gece, sesi kısılmış
Çanlar arasından,
Suyla, mezarlarla küllenmiş
Nehirler gibi geçen;
Nehirler:
Hasta asker koğuşları sanki,
Tıklım tıklım dolu;
Ve matem yağlı ölüme,
Çürük taçlı mermer şifreli ölüme,
Nehir nehir gelen ölüme doğru;
Birdenbire taşıveren nehirler.
Gece, ayakta, ağlaya ağlaya,
Boğulmuş çarmıhların geçişini
Seyrederken sen;
Kahrolurdum seni görmek için:
Bak,
Ölüm nehrinin önünde ağlıyorsun
Perperişan;
Garip kalmış köşelerde başın,
Durmaz ha, durmaz gözlerin
Ağlar yaşın yaşın.
Gece ve çıldırasıya yalnız,
Külleri ısıra ısıra;
Dumanı, gölgeyi, unutmayı:
Siyah bir huniyle yığabilseydim,
Trenlerin, gemilerin üstüne;
Filizlendiğin ağaç için,
Yapardım bunları,
Topladığın,
Yaldızlı su yuvaları için;
Sarmaşık için,
Yapardım bunları;
Gecenin sırrını sana ileterek,
Kemiklerini saran
Sarmaşık için.
Islak soğan kokusu gelen
Şehirlerden,
Seni bekliyorlar;
Boğuk bir sesle,
Şarkı söyleyerek
Geçesin diye.
Yeşil kırlangıçlar,
Saçlarının arasına yapıyorlar,
Yuvalarını;
Dilsiz sperma sandalları,
Peşin sıra geliyorlar;
Sümüklü böcekler, haftalar,
Yelkenleri düşürülmüş serenler,
Kirazlar da,
Dönüveriyorlar ossaat:
Gözükünce solgun başın,
On beş gözlü başın,
Al kan içindeki ağzın.
Şehrin otellerini,
İsle doldurabilseydim;
Hıçkıra hıçkıra,
Yok edebilseydim
Çalar saatları;
Ezik dudaklarıyla yaz ayı,
Evine nasıl gelecek,
Göreyim diye
Yapardım bunları;
Yığın yığın insanların,
Melil mahzun tantanalarıyla
Ülkelerin,
İşlemez sabanların,
Gelincik çiçeklerinin;
Mezar kazıcıların, süvarilerin,
Kanlı haritaların, gezegenlerin,
Evine nasıl geldiklerini
Göreyim diye;
Yapardım bunları.
Küllerle örtülü dalgıçların,
Uzun bıçaklarla delik deşik olmuş
Meryem Ana tasvirlerini
Sürüte sürüte gelen maskelerin;
Damarların, köklerin, hastanelerin,
Karıncaların, su gözelerinin,
Evine nasıl geldiklerini
Göreyim diye;
Yapardım bunları.
İçine kapanmış atlının
Örümcekler arasında öldüğü
Bir yatakla,
Gecenin;
Kinden, dikenlerden bir gülün,
Sarıya çalan bir geminin,
Rüzgarlı bir günle, bir bebeğin;
Evine nasıl geldiklerini
Göreyim diye:
Yapardım bunları.
Ben, Oliverio, Norah,
Vicente Aleixandre, Delia,
Maruca, Malva, Marina,
Maria Luisa, Larco, La Rubia,
Rafael Ugarte, Cotapos,
Rafael Alberti, Carlos,
Manolo Altolaguirre, Bebé,
Molinari, Rosales, Concha Méndez,
Ve daha da unuttuklarım;
Evine nasıl gelecektik,
Göreyim diye
Yapardım bunları.
Gel de taçlar takayım,
Gel, sağlık esenlik delikanlısı,
Gel, kelebek kıravatlı civan;
Sen ey,
Sonsuz hür siyah bir şimşek gibi:
Pırıl pırıl insan;
Bir arkadaşım vardı,
can arkadaştı,
yalnız ... kötü kötü öksürürdü.
Ateşçiydi meslekten -
küfeyle kömür taşır
külleri atardı
on iki saat gece vardiyasında.
Gözleri geliyor gözümün önüne
ateşçi arkadaşımın.
O gözler ki içerdi adeta
kurumlar arasından
bir yol bulup süzülen
ve küçük barakamıza giren
güneş ışınlarını tek tek.
Nasıl da alevlenirdi
hummalı susuzluğu
bahar günleri,
dışarda yapraklar
hışır hışırken.
ve kuşlar
sürülerle
geçerken gökyüzünden.
Duyardım
gözbebeklerindeki yalvarışı.
acıyı görürdüm,
o ölümcül acıyı!
Öylesine küçüktü dileği o gözlerin -
baharı,
öbür baharı görmek...
Geldi bahar
bütün güzelliğiyle:
güneş,
ılık hava
ve gülleriyle.
Bulutsuz gökyüzünde
yayıldı
bir menekşe kokusu.
Ama onun içi karanlıktı
içine çöken günlük hayat
öylesine sıkıcıydı...
Derken.
birden değişti her şey.
Motor başladı teklemeye. -
Gacur gucur bir ses
ve... stop etti.
Bilmem neden.
belki de
ateşçinin ölmesinden.
Belki tam böyle değil.
Belki acıkmış motor,
bekliyordu emektar bir el
kürek kürek kömür
atsın diye vaktinde ateşe.
Evet. belki de.
Bilemiyorum.
Ama öyle geliyor ki bana,
bütün o patırtı içinde.
soruyordu sızlana sızlana:
«Öteki gene nerede?»
O - öteki - öldü.
Ama işte -
dışarda bahar.
Uzaklarda
ok gibi gidiyor kuşlar.
Onları göremeyecek bir daha.
Böyle bir arkadaşım vardı...
Can arkadaştı!...
Yalnız kötü kötü öksürürdü.
Ateşçiydi meslekten.
Küfeyle kömür taşır,
külleri atardı
on iki saat gece vardiyasında.
.
.
Anı
Nikola Vaptsarov
Çeviri: Erdal Alova
Cam kurtlar var gecenin suyunda
İçilse şehir; yırtılmış taşların
İade edilmiş melekler örttüğü
Eski, imdat, tahlilsiz hikaye!
İsraf edilmiş tayfalarla gelecek
Uzattığım, uzatırken içine
Tıkandığım menekşe! belli
Belirsiz bir yaz ayında
Sözgelimi ekim, sözgelimi kiraz
Kırılacak bir tamburla geçecek
Önerdiğim, önerirken dibine
Çöküverdiğim efsane biraz; sesi yeis
Sesi sabahlara kadar dinlediğim radyo
Sesi oradan oraya oratoryo
Sesi koynuma giren sesi koynundan çıktığım Sesi el konulmuş şeytan
Sesi el kadar masumiyet
Sesi hür siyah üzerine çalakalem mavi tül
Sesi tül mavi üzerine nakşedilmiş siyah gül
Sesi beni hep döven abim
Sesi beni kovalayan polis
Sesi bıçaklanışım, bıçaklanır
Bıçaklanmaz eriyişim; kabullenilişim;
Ah ben nerdeymişim, ben kimmişim de
Talazlanmış, tozlanmışım! üstümü süpür rüzgar!
Şimdi şikayetim var! çalıntı kalplerle kirlenmişim!
Ağlat beni özgürlüğüm, ağlat! gözyaşlarımla
Yıkanırım, belki öyle başlar kim bilir
Gökyüzünden yeryüzüne doğru
Ölü bir hava kabarcığı gibi yükselişim!..
.
.
Anahtar Prens
Küçük İskender
BERTOLT BRECHT TÜRKÜSÜ
Düşünmek bir tuzaktır
Akıl dürter huzuru
Mutlu yaşamak için
Aptal olmak gerekli
Güzellik marifetti
Marlyn Monroe ölünce
Birdenbire bilindi
Çirkinliğin değeri
Yiğitlik ve cesaret
Gayet gereksiz şeyler
Bunun sonu hep hüzün
Korkaksan ömrün uzun
Çok meraklıdır Brecht
Cinfikir soru sorar
Bu adamlar örneğin
Nerden zengin oldular?
Hepsi gıcık kaptılar
Adamlar bir oldular
Çok sorular soranı
Ülkesinden kovdular.
Düşünmek bir tuzaktır
Akıl dürter huzuru
Mutlu yaşamak için
Aptal olmak gerekli.
(Üç Kurşunluk Opera, 1995)
FerhAntoloji, S. 552
Ferhan Şensoy
( 1951 - 2021 )
2014 yılının sonbaharında bir yağmur damlası, diğer damlalardan ayrılarak küçük ortalı bir şehrin tenha sokaklarından birine düştü. Çok yakınında bir su birikintisi vardı ve ne acı ki birikinti berraklığını kaybetmeye, çamurla tanışmaya başlamıştı. Saflığını korumak için yaptığı perhiz bitiyor, toprak onu kendine çekiyordu.
Yağmur damlası bir oğlan çocuğu gibi savruk ve isyankâr, seslendi birikintiye:
– Yolculuk nereye?
Birikinti ürperdiğinden mi, telaştan mı bilinmez, hafifçe titredi ilkin; ardından yanıtladı damlayı:
– Bir göl olmak istiyordum, ama kaderim buymuş, dedi.
– Gölle konuşmuştum, dedi damla, onun da derdi deniz olmak.
– Denizin emeli de okyanus olmak aslında, bizim sorunumuz hep aynı, dedi su birikintisi.
– Birinin bu çoğalma, artma hırsına son vermesi gerektiğini düşünüyorum. Örneğin bir okyanus kaç damladır, sayabilene aşk olsun. Hem nereye varabilir ki büyümek, içinde bir şey değişmiyorsa?
Tebessüm etmeye çalıştı su birikintisi. Mümkün değildi.
Nehir olmak hakkındaki bilgisizlikleri tabiatı şaşırttı. Paslandığı için açılamayan baraj kapakları suyun altına alıp gizlediği uygarlıkları unutturmanın hazzıyla sakindiler. Yağmur damlasının kendi kendine uydurduğu masallardan bir su felsefesi asla çıkamazdı. Oysa suyun karakterleri birbirlerinden çok farklı birer yol çizmeye karar verdiklerinde 2014 yılının sonbaharı henüz yeryüzüne ulaşmamıştı. Uzaya yakın bir yerde durmuş, su topluyordu. Ekibini kuracak ve öyle gelecekti. Sonbahar gerekirse kostümsüz, dekorsuz, hatta metinsiz çıkacaktı sahneye. Ona biraz şarkı, biraz keder, biraz terk yetecekti.
Yağmur damlası dalgınlıktan kurtulunca her an kurumaya hazır olduğunu hatırladı. Bu gidişle bırakın göl, deniz, okyanus olmayı bir birikintiye bile katılamayacak, yokluğa karışacaktı.
– Bana yardım etmelisin, diye seslendi su birikintisine, ömrümle ilgili bir sorunum var.
– Evet, buharlaşıyorsun, dedi su birikintisi.
– Ama ben ihtiyarlamadan gitmek istemiyorum.
– Bana eklenmen gerek, gayret et bir parça. Yaklaşmalısın. Vakit daralıyor.
Yağmur damlası su birikintisine akmak için hareket etti. Ancak bu kere de mesafe aldıkça iz bırakarak azaldığını hissetti, ilerledikçe bir kısmı yerde, geride kalıyordu.
– Ha gayret, dedi su birikintisi, çabala biraz. Kaldırma kuvvetini unutma. Kaldır kendini. Suyun kaldırma kuvveti suyu da kaldırabilmeli.
Olmadı. Yağmur damlası su birikintisinin az uzağında temelli kalıverdi.
– Yapamadım, diye kesik kesik fısıldadı, keşke başka bir şeye benzeseydim.
Tebessüm etmeye çalıştı su birikintisi. Bu kere becerdi.
– Ne göl, ne deniz, ne okyanus, dedi, hatta nehir bile değil, bir gözyaşı damlası olabilseydin, her yere gidebilirdin. Gözyaşı her yere gider küçük kardeşim.
2014 yılının sonbaharında bir yağmur damlası, diğer damlalardan ayrılarak küçük ortalı bir şehrin tenha sokaklarından birine düştü.
Başlamadan biten macerası tüm suları üzdü.
.
.
Su veya Ruhi
küçük İskender
eskiden bir sesim
vardı benim;
şimdi uzakta.
çınlar belki
bir köprünün altında.
yitirdiklerim de oldu
kazandıklarımın yanında.
eskiden bir yüreğim
vardı benim;
şimdi uzakta
çarpar belki
bir çocuğun odasında.
yitirdiklerim de oldu
kazandıklarımın yanında.
bir ben kaldım şimdi
tek yakın bana.
ama ben eskiden de
hep böyle
yalnız çıkardım yola.
.
.
Yol Şarkısı
Metin Altıok
“Günler birbirinden ayrılır, fakat gecenin tek bir adı vardır.”
.
Elias Canetti
°
Hızlandırılmış Cinayet Kursları işin bir şehrin yakınlarında mola verdik; terlemek etin ağlamasıdır: Buna inanıyor aramızdan bazıları.
Gecenin büyük karanlığı göğe, gözlere ve kalplere indiğinde elbette bizim de sıkarak kanatacağımız bir yaramız, anlatırken yarım bırakacağımız bir hikâyemiz, herkesten gizlediğimiz berbat bir sevgilimiz beliriverir diye umut ediyoruz.
Bir şehrin yakınları: Ya surlarla şevrilidir şehirler ya da oralara atılmış mezarlıklarla. Еlenler de düşmandır çünkü. Ve geri gelip saldırmasınlar, yeni yetişen çocukları ölümle korkutmasınlar diye silahlarımızın tetiklerine çok güvendiğimiz bir duayı kazımışızdır tırnaklarımızla.
Hızlandırılmış Cinayet Kursları için hergün içimizden birini kesiyoruz en keskin şakalarla.
Yaşarsam kurtaracağım seni bu cennetten.
Psikiyatristlerle rahipler aynıdır; onlara günahlarınızı anlatırsınız. İkisi de bundan nefret eder. Aralarındaki fark, psikiyatristlerin bu sıkıcı iç döküşlere hiç katlanamadıkları için en azından iş olsun diye vizite ücreti altında para talep etmeleridir.
Bazı anneler çok iyi üzülür. Meslekleridir bu.
Diz çökmüş, yerdeki deliğe dayamış gözünü, içeri bakıyor bir oğlan çocuğu.
— Neyi gözetliyorsun, diye soruyorum.
— Kardeşim geçen ay sıtmadan öldü; buralara gömdüler. ёimdi orada ne yapıyor, ona bakıyorum, diyor.
Sanki deliğin içinden de bir göz, dışarıyı seyrediyor.
Gözgöze iki kardeş.
Biri dışarı çıkmak için kaşık olmuş, toprak atıyor.
Diğeri içeriye saplı çatal.
Bense bıçağım bu köy ağıtında.
Tırnağına kadar kör beyaz.
Mutsusuz. Korkarım, bu gece tanrı artık çalışmaz.
Kapitalist, osuruğunu bile nasıl satacağını planlayan kişidir. Tek derdi, ambalaj masrafı olmasın diye kıçının da pazara girmiş bulunmasıdır.
Herkes bir dine bağlı olabilir. Ancak o dinin peygamberi bir tanedir. Uğraşmaya değmez.
— Çok hassassın bu gece!
— Seninle konuşuyorum. Altını tartıyorsan hassas terazi lazım!
İroninin sentetik istismarında sen “sen” olsan ne çıkar, ben “tetik” olsam ne çıkar..
°°°
İnsan, yalnızlığıyla alay edebildiği sürece hayatta kalır. Bundan vazgeçer geçmez de ölür.
Ressamlar resim yapmayı itip hayatın makyajını silmeli. Gezegen gotik kadınların elinde.
Arkadaşım daima suç ortağımdır.
Salıyı Perşembeye Bağlayan Gece (uyuşturucu travmaları üzerine kurulu bir tiyatro oyunu adı)
On Üçünden Sonraki Cuma ( bir korku filmi adı )
Yaşadığınızdan asla tam anlamıyla emin olamazsınız.
Zaten yoktunuz; o yüzden tanrıydınız.
— Neden bu kadar yalnızım, diye sordum tanrıya.
— Senin ağacından orman olmaz, diye yanıtladı.
Kovalıyorsa sizi kötü adamlar, gidip bir orkestranın içine saklanın.
.
.
Galileo’nun Pergeli
küçük İskender
"Bu beni dehşetli bir ihtiyaçtan
alıkoymuyor – hadi söyleyeyim –
dinden.
Sonra gece dışarı çıkıp yıldızları
resmediyorum”
Van Gogh’un kardeşine bir
mektubundan
Şehir yerinde değil,
sıcak gökyüzünde boğulan bir kadın gibi
yükselip kayan karaşın bir ağaç dışında,
Şehir sessiz, kaynıyor gece onbir yıldızla
Ah! yıldızlı yıldızlı gece!
Ben böyle ölmek istiyorum
Hareket halinde. Her biri canlı
Ay bile esniyor turuncu rengiyle
sürmek için çocukları, bir tanrı gibi, gözünden
Yaşlı ve esrarlı bir yılan yıldızları yutuyor
Ah! yıldızlı yıldızlı gece!
Ben böyle ölmek istiyorum:
Atılıp kollarına gecenin canavarının
o büyük ejderha tarafından yutularak
hayatımdan kopmak istiyorum, izsiz işaretsiz
ne bir dans
ne bir ağlama.
.
.
Yıldızlı Gece
Anne Sexton
Çeviren:Dilek Değerli